Bir haftayı daha geride bıraktık. Bu hafta hüzün, dua ve düşünlerle geçti benim açımdan. Buz gibi hava titretirken içimi bir de yangın hissi vardı tarifsiz…
Buz gibi havaya aldırmadan düştüm Seyr-i Cihan yolllarına. Gizli kalmış, yeni açılmış, şahane manzaralı yerler keşfetmeyi seviyorum. İstanbul’u rahatça seyredebileceğim, çayımı yudumlarken tarih kokusunu içime çekebileceğim nezih ve şehrin kalabalıklığından uzak bir yer burası…
Bir yanı Süleymaniye Camiisine bakan diğer yanı boğazı gören Seyr-i Cihan kafe İstanbul’u rahatlıkla seyredebileceğiniz şık ve huzurlu bir ortama sahip. Evden ağzıma attiğim iki lokma ekmekle İstanbul’a inmişim, düşündüğüm tek şey kahvaltı! Zar zor fotoğrafladığımızı itiraf edeyim (: Ekmek yemeği pek sevmem aslında ama sıcak ekmekle gelen serpme kahvaltının tadı bir başka…
Galata manzarasına karşı kahvemizi yudumlarken çekim sırasında bize sürekli gülümseyen turistlerin yerinde olmak istediğimi fark ettim! Çünkü İstanbul’un en güzel otellerinde en özel mekânlarında zaman geçirdikleri için onları kıskandım. Şimdi diyeceksiniz ki: İstanbul’u senin kadar gezen var mı ki? Var tabii (:
İçinde binlerce yıllık sevdalar, özlemler, efsaneler barındıran İstanbul’u ne güzel anlatmış şair:
Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler…
Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu.
Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hâlâ çığlıklar gelir Topkapı sarayından.
Ana gibi yâr olmaz İstanbul gibi diyâr;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar…
Gecesi sümbül kokan,
Türkçesi bülbül kokan,
İstanbul,
İstanbul…
Necip Fazıl Kısakürek
Mekân önerilerimi sevdiğini söyleyenler için geldi bu post. Umarım sizde gittiğinizde benim gibi mutlu olur ayrılmak istemezsiniz… (;
Leave a Reply